Dr. Akgün İlhan çölleşmeyle mücadele gününde uyardı: Ayağımızı suyumuza göre uzatalım

Dünyada var olan su kaybolmuyor ama kirleniyor. Suyun kirlenmemesi için yapılması gerekenleri “Ayağımızı suyumuza göre uzatarak bir su yönetimi yapmamız lazım”

Dr. Akgün İlhan çölleşmeyle mücadele gününde uyardı: Ayağımızı suyumuza göre uzatalım

Kuraklık, kentli insanın gündemine barajların doluluk oranlarıyla, kırsalda yaşayanların gündemine ise yağmurun yağıp yağmadığıyla giriyor. Kuraklık deyince meseleyi sadece su miktarına indirgiyoruz. Oysa miktar değişmiyor. Dünyanın etrafında sürekli dönen 1.4 milyar kilometre küp su var. Bu miktarın 112 milyar metreküpü ise Türkiye’nin etrafında… Su kaybolmuyor ama kirleniyor. Yapılması gerekeni “Ayağımızı suyumuza göre uzatarak bir su yönetimi yapmamız lazım” diye anlatan Dr. Akgün İlhan, iklim değişikliğiyle uyumlu su politikaları geliştirilmesinin gerekliliğine dikkat çekiyor. 

Türkiye’de bu yıl 41 il kuraklıktan etkilendi. Üreticinin kuraklıktan kaynaklı zararı büyük. İlk akla gelen daha çok yağmur yağması… Sorunun böyle çözülmesini beklemenin naif bir düşünce olduğunu belirten Dr. Akgün İlhan, sudan doğru düzgün yararlanamadığımızı, onu depolayamadığımızı, depolasak bile kentlerimiz beton ve asfalt kaplandığı için yer altı sularının beslenmediğini belirterek şunları söyledi: “Yağış rejimleri değişiyor, yani sık ve az bir şekilde değil de seyrek ve çok şiddetli şekilde yağışlar oluyor. Olduğunda gümbür gümbür indiriyor. Biz bu yağışları toplayamıyoruz. Hatta sellere neden olduğu için bereket getirmesi gereken yağışlar felaket getiriyor.”

Kuraklığın iklim değişikliğinin bir tezahürü olduğunu, normal bir süreç olmadığını belirten İlhan, “İklim değişikliği insan yapımı bir problemdir. Yani insanların neden olduğu bir sorundur. Küresel ısınmaya neden olan şey karbon emisyonları salıyor olmamız. Karbon emisyonu atmosferin daha çok ısınmasına neden oluyor. Sanayi devriminden bu yana zaten atmosfer ısınıyor. Atmosferin ısınması denizlerin karaların da ısınması demek. Bütün bunlar iklimlerin, yağış rejimlerinin değişmesine neden oluyor; aşırı iklim olayları dediğimiz kuraklık, seller, sıcak dalgaları, orman yangınları…” dedi.

"AZ SU HARCIYALIM"

Kuraklığı engellemenin, kuraklık etkilerinden fazla etkilenmemenin yolunun iklim değişikliği ile uyumlu tarım, kentsel su kullanımı politikalarının üretilmesi olduğunu belirten İlhan, şunları söyledi: “Bu nasıl olacak? Suyu tasarruflu bir şekilde kullanmakla olur. Elimizdeki suyla üretim yapmak. Yani illa da su tüketelim demiyorum ama aynı işi daha az su tüketerek yapalım. Her seferinde barajlardan, sulama kooperatiflerinden su gelmek zorunda kalmasın. Biz suyu kendi içinde döndürelim. Atık suyu arındırıp tekrar kullanalım.”

"TÜRKİYE SU VARLIKLARI BAKIMINDAN ORTALAMANIN BİRAZ ALTINDA"

Türkiye su varlıkları bakımından dünya ortalamasına göre ortalamanın biraz altında. Kanada’da kişi başına düşen yıllık su miktarı 150 bin metreküp. Türkiye’de ise 1340 metreküp. Aradaki büyük farka dikkat çeken İlhan, “Panik olacak bir durum yok ama tarihsel süreçler incelendiğinde 1960’lı yıllarda kişi başına düşün yıllık su miktarının 4 bin metreküpten bugün 1340 metreküpe düştüğünü görüyoruz. Sadece altmış senelik bir zaman diliminde neredeyse 3’te 1’e gerilemiş. Nüfusun artışına da bağlı olarak çok ciddi bir sorunumuz var” dedi.

"SUYU TUTMANIN YOLU YEŞİL ALANLARI ARTIRMAKTIR"

Mevcut su politikasının su arzını artırma odaklı olduğunu belirten Dr. Akgün İlhan, bunun nedenlerini şöyle sıraladı: “Enerji ve madencilik çalışmaları, sanayi faaliyetleri, tarımsal faaliyetler, kentlerin nüfusunun kabarması sonucu suya ihtiyaç artıyor. Talep arttıkça devlet kullanabilecek suyu artırmanın yolunu fazla baraj yapmak, daha uzak mesafelerden kente su taşımak, desalinasyon (Deniz suyunu tuzdan arındırmak) tesisi kurmak olarak görüyor. Türkiye’nin su talebini aşağıya çekmeye yönelmeyen bir su yönetimi politikası var. ‘Ne kadar talep olursa ben o kadar arz üretirim, bunu yapmaya mecburum’ diyor. Türkiye’nin kuraklık yönetimi de aynı şeklide: ‘Kuraklık var, yağarken maksimum düzeyde suyu tutmalıyız, daha büyük barajlar yapmalıyız.’ Halbuki suyu tutmanın tek yöntemi baraj yapmak değil, hatta iyi bir yöntemi bile değil. Barajlarda su buharlaşıyor. Ayrıca baraj yapmak için yüzlerce insanı kente sürüyorsunuz. Onları topraklarından edip, kentin yoksulları haline getiriyorsunuz.” Suyu tutmanın yönteminin yeşil alanları artırmak olduğunu belirten İlhan, yeşil alandan kastının ise çimler olmadığını, doğal su döngüsünün sağlanabildiği alanlardan bahsettiğini söyledi. İlhan, kuraklık politikasının suyu daha az kullanan, kullandığı suyu tekrar tekrar kullanan bir anlayışa dayanması gerektiğini belirtti. 

"GRİ SU DAİRE YA DA BİNA ÖLÇEĞİNDE ARITILMALI"

Evlerde kullanılan musluk suyu sonucu oluşan atık suyun ikiye ayrıldığını belirten Dr. Akgün İlhan “Bir tanesi gri su. Çok fazla kirlenmemiş, banyodan, duştan, çamaşır makinesinden, lavabodan (Mutfak lavabosundan gelen hariç yağla kirlendiği için ağır kirlilik) gelen su. Bu gri suyun daire ölçeğinde ya da bina ölçeğinde ayrı borularla toplanıp basit bir arıtmaya tabi tutulup ardından tuvalet rezervuarlarında, bahçe sulamada ve çamaşır yıkamada kullanılması hatta ev temizliğinde kullanılması mümkün. Zaten evde oluşturduğumuz atık suyun yarıdan fazlası gri su, kalanı siyah su. Gri suyu kendi içinde döndürmek kanalizasyon sistemi ile atık arıtma tesislerine giden suyun yarı yarıya azalması demek. Sanayide bazı tesisler aynı miktardaki suyu defalarca kullanıyor. Neredeyse 1 sene aynı suyu kullanıyor. Bu örnek alınabilir. Tabii sanayi patronları bunu doğayı kirletmemek için değil su masrafını kısmak için yapıyor. Buna karşın hiçbir şey yapmayanlar da var maalesef.”

"DİKKATSİZ SULAMADAN VAZGEÇİLMELİ"

Suyun yer altından çekilip günlerce toprağa verilmesinin hem yer altı sularına hem de toprağa zararlı olduğunu söyleyen Dr. Akgün İlhan, “Bu yöntemle su kaybediyorsunuz ve toprağın tuzlanmasına neden oluyorsunuz. Toprağın tuzlanması demek o toprağın bir daha tarımsal amaçlarla kullanılamaması demek. Damla sulama kullanılmalı. Böylece suyun büyük kısmı buharlaşmadan etkilenmiyor. En önemlisi çok daha az su kullanılarak aynı verimi elde ediyorsun. Ayrıca çok az suyla sadece yağışla idare edebilen yerel türlerin tarımının yapılması teşvik edilmeli. Su talebini azaltmaya yönelik su ve kuraklık yönetimi planları oluşturulmalı” dedi.

"BARAJLAR VE HES’LER SU DÖNGÜSÜNE, JES’LER İSE SUYUN KALİTESİNİ DÜŞÜRÜYOR"

Türkiyenin dört bir yanı taş ocakları, siyanürlü madenler, HES’ler, JES’lerle talan edilirken milyonlarca ağaç kesiliyor. Bunların kuraklığa etkilerini sorduğumuz Dr. Akgün İlhan şunları söyledi: “Taş ocakları demek, ağaçların kesilmesi toprağın yapısının altüst edilmesi, erozyon demek. Siyanür ise su kaynaklarının ve toprağın kirlenmesi demek. Bunun geri dönüşü yoktur. Enerji ve madencilik faaliyetleri suyu kirletiyor, temiz su kıtlığına neden oluyor. HES’ler su tüketmiyor. Suyun aktığı dere yatağını değiştiriyor. Su geçtiği yere hayat veren bir varlık. Siz onun akmasını engelliyorsunuz. Böylece ekosistemi doğrudan çok olumsuz etkilemiş oluyorsunuz. Bir besin maddesini enerji ham maddesi haline çeviriyorsunuz aslında. JES’ler de çok tasvip etmediğim bir başka enerji; suyu enerjinin ham maddesine dönüştürme teknolojisi bu. Sıcak suyu alıyorsunuz ve aldıktan sonra o suyun tamamını geri veremiyorsunuz. Yani buharlaşıyor, başka yerlere gidiyor. O su devridaim yapmıyor. Barajlar ve HES’ler su döngüsüne zarar verirken, JES’ler suyun kalitesine zarar veriyor. Bu projeler için ağaçların kesilmesi başlı başına bir problem. İklim değişikliği söz konusu olduğunda yeşil alanlar, ağaçlar ve çalılar karbon yutağı fonksiyonu gören varlıklar. Yani havadaki karbonu, sera gazı etkisi yaratan dünyanın ısınmasını sağlayan o gazları bünyelerinde tutan varlıklar. Ağacın kesilmesi daha fazla karbon emisyonu demek. Karbon emisyonunu tutan bitkinin ortadan kaldırılması demek.”

Güncelleme Tarihi: 17 Haziran 2021, 10:16

Admin

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER