Küresel ısınma sebebiyle son yıllarda sıklıkla dile getirilen ‘daha az çalışıp Dünya’yı kurtarma’ görüşü pandemi ile tekrar gündeme geldi.
Yurtdışında bazı şirketler ve hatta ülkeler haftada 4 gün çalışmayı gündemlerine aldılar. Son olarak Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, haftanın 4 günü çalışıp, 3 günü tatil yapmanın mümkün olacağı bir çalışma planı sundu ve işverenleri bu konuda teşvik edeceklerini söyledi.
Daha önce Microsoft, Japonya’da çalışanlarına 4 gün mesai, 3 gün tatil hakkı tanımış ve çalışanların verimliliklerinin yüzde 40 arttığını görmüştü.
Geçtiğimiz yıl da İngiliz İşçi Partisi dört gün çalışma tasarısı sunmuştu.
Daha az çalışıp, dünyayı kurtarma görüşünü savunanlar ikiye ayrılıyor. Birinci grupta yer alan ‘yeşil büyüme’ (green growther) taraftarları daha az çalışıp, aynı maaşı alalım derken, ikinci grupta yer alan ‘planlı ekonomik küçülme’ (degrowther) taraftarları ise ancak ücretler, çalışma saatleri ve ekonomimiz küçülürse, 2050’deki sıfır karbon hedefine ulaşabileceğimizi savunuyorlar. Yani onlara göre tüketimi azaltmanın tek yolu 4 gün çalışıp 4 günlük maaş almak. Ekonomik küçülme taraftarları, çalışma saatlerinden dolayı eğlence tüketimi artarsa, seyahat ve eşya tüketimi daha çok artacağından gelirde de bir azalmaya gidilmesi gerektiğini savunuyor.
Pandemi ve iklim değişikliği ekseninde çalışma hayatının nasıl bir değişimden geçeceğini İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKT Türkiye) Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Dildar Edin’e sorduk.
Pandemi bize çalışma hayatı açısından ne öğretti?
Bu süreçte hem doğamız kendini yeniledi hem de bizler insanlık olarak mevcut koşullara adapte olurken yeni deneyimleri gözlemledik. Örneğin, salgının Türkiye’de yayılmaya başladığı ilk günden itibaren birçok şirket evden çalışma opsiyonunu uygulamak zorunda kaldı. Yani, firmalar da yeni normale bir şekilde adapte oldu.
Bundan sonra çalışma hayatı nasıl olacak?
Şirketler, pandemiden sonra süreçte kârlılığı nasıl sağlarız sorusunun üzerine yoğunlaşıyor. Sürecin sebep olduğu ekonomik zararların etkisini minimize etmeye çalışacak hamlelerin planlarını yapmaya başladılar… Bu çalışmalar sırasında oluşan en büyük farkındalık ise özellikle dijitalleşme konusunda oldu. Sürecin getirdiği diğer etkilere bakacak olursak da özellikle; (1) tedarik zincirlerinin yerelleşmesi, (2) işlerin aksatılmadan yürümesini sağlayacak evden çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve (3) gelmesi muhtemel olan dalgalara karşı yani potansiyel şoklara karşı hazırlıklı olunması şirketlerin gündem maddelerini oluşturuyor.
YEŞİL TAHVİL 828 MİLYAR DOLAR
Pandemide iklim değişikliğinin rolü nedir?
Bugün ekonomik ve sosyal yaşamı neredeyse durma noktasına getiren bu pandemi sürecinde iklim krizinin de büyük rolü var. Yalnızca ormansızlaştırma faaliyetleri bile salgın hastalıkların ortaya çıkma riskinin yüzde 31’ini oluşturuyor. Böyle bir ortamda, şirketlerin çalışma modellerinde yalnızca ekonomik parametreleri değil, çevresel ve sosyal riskleri de göz önünde bulunduran hizmet anlayışına sahip olması gerekiyor. Elbette bunun yapılış şekli sektörden sektöre farklılık gösterebilir. Örneğin finans sektöründe COVID Bond gibi yeni sosyal ve sürdürülebilir tahvil örneklerine rastlıyoruz. Pandeminin birçok ülkede önemli ölçüde seyrettiği mayıs ayında, yeşil, sürdürülebilir ve sosyal tahvil piyasasının değeri, küresel çapta 828 milyar ABD dolarına ulaştı. Sosyal ve sürdürülebilir tahvil ihracatı hacimleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 46 artış göstermeyi başardı.
Bu da bizlere gösteriyor ki gelecek dönemde, finans sektöründe yalnızca finansal kârlılığı değil, gezegenin ve toplumun farkında olan ürün ve hizmetlerle karşılaşacağız… Bunun yanında, üretim alanında aktif olan sektörlerin de tedarik zincirlerini kurgularken çok daha yenilikçi davranması gerekiyor.