Türkiye’nin enerji dönüşümünde nükleer enerjinin büyük bir pay alma fikri özellikle Enerji Bakanlığı tarafında oldukça popüler. Bu denli tehlikeli, pahalı ve inşası uzun süren bir kaynağın enerji dönüşümünde yer alması ne derece doğru? Nükleer enerjiye yapılacak yatırım, rüzgar ve güneş gibi kaynaklara yapılacak yatırımın önünü kesmez mi?
Türkiye’de orta vadeli enerji dönüşümü hedefleri belirlendi ancak 2053 yılı net sıfır hedefine nasıl ulaşılacağına dair uzun vadeli bir yol planı henüz açıklanmadı. Ancak gördüğümüz kadarıyla Türkiye’nin büyüme projeksiyonları ile beraber ciddi bir enerji talep artışı öngörülüyor ve bu talep artışının da yenilenebilir enerjinin yanı sıra nükleer enerji santralları ile karşılanması planlanıyor.
Nükleer enerji, düşük karbonlu bir enerji kaynağı olması ve baz yük sağlaması nedeni ile enerji dönüşümünde ön plana çıkan bir kaynak ancak yüksek yatırım maliyetleri, teknolojide ve hammaddede dışa bağımlılık, nükleer kazalar, güvenlik ve atık yönetimi ile ilgili endişeler nedeni ile sadece Türkiye’de değil AB içerisinde de tartışma konusu.
Türkiye’nin net sıfır hedefine ulaşması için tüm kaynakları değerlendirmesi gerekli; ancak önceliğin halihazırda en ucuz kaynaklar haline gelen, teknolojileri olgunlaşmış ve Türkiye’nin de yerli ekipman imalat kapasitesinin bulunduğu yerli ve temiz yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirmeye verilmesi gerekir.
2022 yılı sonunda açıklanan Türkiye Ulusal Enerji Planı’nda 2035 yılı itibarı ile Türkiye için iddialı yenilenebilir enerji hedefleri açıklandı. Hedefimiz şu anda elektrik üretimi içinde %42 olan yenilenebilir enerjinin payını 2028 itibarı ile %50’ye ve 2035 yılı itibarı ile %55’e yükseltmek. Bunun için önümüzdeki 12 yıl içerisinde halihazırda yaklaşık 12 GW olan rüzgar kurulu gücümüzü 2,5 kat artırarak 30 GW’a ve yaklaşık 11 GW olan güneş kurulu gücümüzü 5 kat artırarak 53 GW’a yükseltmek. Bunun için de her yıl 1,4 GW rüzgar ve 3,3 GW güneş enerjisi kurulumu yapılması gerekli. Artan değişken yenilenebilir enerji üretiminin (rüzgar ve güneş enerjisi) elektrik sistemine güvenli bir şekilde entegrasyonu için elektrik iletim ve dağıtım şebekelerinde genişleme, esneklik ve modernizasyon yatırımlarının yapılması da aynı derecede önemli. Bu doğrultuda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar tarafından Türkiye’de yeşil şebeke kurma çabası doğrultusunda 2030’a kadar 10 milyar dolar yatırım yapılacağı belirtildi.
Bir diğer önemli konu da enerji talep artışımızı sınırlamak olacak. Özellikle Türkiye gibi büyüyen ekonomilerde enerji talebi hızla artarken, artan talebin sadece yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanamayacağına dair derin bir endişe bulunuyor. Bir taraftan da ekonomik büyüme ve enerji talep artışının doğru orantılı olarak arttığına dair genel bir kabul mevcut. Ancak sanayi, binalar, ulaştırma gibi enerji-yoğun son kullanıcı sektörlerde enerji verimliliğini sağlayacak uygulamaların hayata geçirilmesi ve daha verimli teknolojilerin ve üretim modlarının benimsenmesi ile ekonomik büyüme devam ederken enerji talebinin artış hızı azaltılabilir veya sınırlandırılabilir. Özellikle Türkiye’deki en büyük enerji tüketicisi konumunda olan (2021 yılı verilerine göre nihai enerji tüketiminin %34’ü) sanayi sektöründe düşük-orta teknolojili, düşük katma değerli ve enerji-yoğun üretim modlarından orta-yüksek ve yüksek teknolojili, yüksek katma değerli ve enerji yoğunluğu düşük üretime geçilmesi, bir taraftan ekonomik büyümeyi tetiklerken bir taraftan da enerji talep artışını kayda değer ölçüde sınırlayacaktır. Bu doğrultuda Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma ile uyumlu enerji, sanayi, ulaştırma, finans ve ticaret politikalarını bütüncül olarak ele alması hem ekonomik büyüme hem de karbonsuzlaşma hedeflerine ulaşmak için çok önemli olacak. Bunlar yapıldığı takdirde ülkemizin 2053 net sıfır emisyon hedefine, yenilenebilir enerji kaynaklarının sisteme azami entegrasyonu ve son kullanım sektörlerinde enerji verimliliği ve elektrifikasyon seviyelerinin artırılması yoluyla ulaşması mümkün olacak.
2023’ün başında yayımlanan Ulusal Enerji Planı’nda özellikle güneşe dair önemli bir kapasite artışı görüyoruz. Ancak planın yayımlanmasının üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen bu artışın nasıl sağlanacağını hâlâ bilmiyoruz. Türkiye bu hedeflere nasıl ulaşacak?
Türkiye için 2023 yılı, yayımlanan politika dokümanları (Ulusal Enerji Planı, Hidrojen Yol Haritası, Orta Vadeli Plan ve 12. Beş Yıllık Kalkınma Planı) ile birlikte orta-vadeli hedeflerin belirlendiği bir sene oldu. Yenilenebilir enerji özelinde belirlenen hedeflere ulaşmak için ayrıntılı bir yol haritasının en kısa sürede ortaya konulması öngörülebilirlik açısından son derece önemli.Yenilenebilir enerjide yatırım hızımızı ciddi şekilde artırmamız gereken bir döneme giriyoruz. Bu doğrultuda her yıl için bir hedef konulmalı ve sene sonunda her yılın değerlendirilmesi yapılmalı. Yenilenebilir enerji yatırımlarını hızlandırmak için aşağıdaki unsurların da önemli olacağını düşünüyoruz:
- Güven veren yatırım ortamı, öngörülebilir ve şeffaf bir piyasa, maliyet bazlı fiyatlandırma, elektrik piyasasına çok fazla müdahale edilmemesi,
- Sık sık değişmeyen ve geriye dönük uygulanmayan bir mevzuat,
- Finansmana erişimi kolaylaştıracak bir ihale / lisanslama mekanizması, kapasiteyi işgal edenlerin cezalandırılması,
- Yenilenebilir enerji kapasite artışlarının serbest piyasa koşullarında desteksiz ve teşviksiz bir şekilde hızlanmasını sağlayacak stratejilerin belirlenmesi (örneğin Yenilenebilir Enerji Tedarik Anlaşmaları – YETA),
- Yeni yenilenebilir enerji teknolojilerinin ülkemizde geliştirilebilmesi için gerekli desteklerin sağlanması,
- Bunlarla beraber şebekenin esnekliğini artıracak ve modernizasyonu sağlayacak yatırımların yapılması.
Türkiye COP28’de küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına ve enerji verimliliğinin iki katına çıkarılmasını öneren ve 130 ülke tarafından imzalanan bildirgeye imza atmadı. Bu konudaki değerlendirmeleriniz neler?
Aslında Türkiye’nin kendi ulusal hedefleri COP’taki taahhütlerle uyumlu. Türkiye, 2035 yılına kadar rüzgar kurulu gücünü 2.5, güneş kurulu gücünü ise 5 katına çıkarmayı hedeflemiş durumda. Enerji verimliliği konusunda da yeni açıklanan UEVEP II kapsamında birincil enerji yoğunluğumuzu 2030 yılı itibarı ile 2023 yılına kıyasla %15 azaltmayı hedefliyor ve bu alanda 20 milyar dolar yatırımla 100 milyon ton sera gazı emisyon azaltımı hedefliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin bu bildirgeye imza atmamasının nedeninin ulusal hedeflerle bir çelişki veya Türkiye’nin bu alandaki kapasite yetersizliği olmadığını söyleyebiliriz.
Açıklamalardan izlediğim kadarıyla Türkiye müzakerelerini gelişmekte olan bir ülke olduğu vurgusuyla fonlara ulaşma odaklı olarak yürütüyor ve bu fonlardan yararlanamadığı sürece herhangi bir taahhüt vermek istemiyor olabilir. Türkiye son 10 yılda, üstelik yenilenebilir enerji maliyetlerinin yüksek olduğu bir dönemde, temiz enerji dönüşümü konusunda önemli ilerlemeler kaydetmiş bir ülke. 2053 yılı için net sıfır emisyon taahhüdünde bulunmasının ardından da en azından şimdiye kadar yayımladığı politika dokümanları ve ortaya koyduğu hedeflerle belli bir tutarlılık ve kararlılık da ortaya koyulmuş durumda. Türkiye’nin yeşil dönüşüm kapsamında dünyada mevcut olan fonlara erişebilmesi için ulusal düzeyde sergilediği bu kararlılığı uluslararası arenaya da yansıtmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Açıklanan NDC hedeflerinin Türkiye gibi bir ülke için son derece iddiasız olması ve bahsettiğimiz türde beyanlardan kaçınılması Türkiye’nin iklim taahhütleri konusunda inandırıcılığını gölgeliyor.
Türkiye’nin öncelikle kendi kalkınma hedefleri doğrultusunda düşük karbonlu bir büyüme ile beraber iklim, enerji, sanayi, ulaştırma, finansman ve ticaret politikalarını şekillendirmesi ve özellikle uluslararası kaynaklara erişimi ve kaynak çeşitliliğini artıracak, koordinasyonu sağlayacak merkezi bir yapılanma oluşturması önemli olacak. Türkiye, tereddütlerini aşıp bu köklü değişime girmeye karar verirse sağlanacak öngörülebilirlik ve inandırıcılıkla zaten birçok yeşil fon ülkemize gelecektir.
Önümüzde AB Parlamentosu ve ABD Başkanlık seçimleri var. Buradan çıkacak sonuçlar iklim eylemine büyük bir darbe vurabilir. Özellikle Avrupa’daki seçimlerin sonuçları, Türkiye’ye enerji dönüşümü kapsamında gelecek yatırımları etkiler mi?
ABD’deki 2024 seçimlerinde mevcut Başkan Biden’ın yeniden Demokrat Parti adayı olması bekleniyor. Diğer taraftan Cumhuriyetçi Parti’den eski Başkan Trump’ın adaylığı güçlü bir olasılık. Biden döneminde Paris Anlaşması’nın onaylanması ve temiz enerji yatırımlarını destekleyen Enflasyonu Azaltma Yasası (Inflation Reduction Act) ile iklim değişikliğini önlemeye yönelik güçlü adımlar atıldı. Demokrat Parti iktidarının sürmesi halinde iklim yatırımlarının artarak devam etmesi beklenebilir. Diğer taraftan iklim değişikliği ve fosil yakıtlardan çıkış konusunda muhafazakar yaklaşımları olan olası bir Cumhuriyetçi Parti iktidarında, Biden döneminde iklim değişikliğini önlemeye yönelik atılan adımların geri alınması ve Enflasyonu Azaltma Yasası çerçevesinde sağlanan temiz enerji teşviklerinin azaltılması gündeme gelebilir. Bununla birlikte, Yasa’nın yerli üretim ve enerji verimliliği vurgusunun Trump yönetimi tarafından da benimsenme olasılığı var. Ayrıca, eyaletler düzeyindeki net sıfır karbon hedefleri doğrultusunda, Kaliforniya gibi öncü eyaletlerde temiz enerji yatırımlarının eski seviyelere benzer şekilde devam etmesi bekleniyor.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde taraflar, genellikle AB’ciler ve ulusalcılar şeklinde kabaca ayrılsa da durum daha karmaşık. Mevcut AP Başkanı Von der Leyen’in yeniden seçilip seçilmeyeceği belirsiz. Von der Leyen döneminde AB Yeşil Mutabakatı’na ilişkin önemli adımlar atılmış ve net sıfır karbon hedefi AB yasası haline gelmişti. Aynı dönemde, Rusya’ya olan enerji ithalat bağımlılığına son vermeyi amaçlayan RePowerEU planı da benimsenmişti. Ancak özellikle Ukrayna-Rusya savaşı bağlamında, Birlik içinde bazı ülkeler (örneğin Macaristan) kendilerini Birlik’ten farklı konumlandırdı. AB’de net sıfır karbon hedefini temel alan genel eğilimin değişmeyeceğini düşünüyoruz. Ancak, 2024 seçimlerinde ulusalcı-sağcı eğilimli grupların parlamentodaki etkisinin artması durumunda, yeşil mutabakata yönelik eylemlerde, bağlayıcı alt hedeflerde (örneğin otomotiv emisyon standartları gibi) ve finansmanda yavaşlama görülebilir. Bariz bir geriye gitme olmasa da reformların hızında bir azalma yaşanabilir.
Türkiye açısından değerlendirildiğinde AP seçim sonuçlarının Türkiye’deki yeşil dönüşümle daha yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Avrupa’da yeşil dönüşümün yavaşlamasının Türkiye’deki yeşil dönüşümü de yavaşlatma olasılığı bulunuyor. Diğer taraftan, yeşil dönüşümle birlikte AB sanayisinin rekabet gücünü gözeten Sanayi Planı, SKDM gibi ana konularda geriye gidiş olmaması bekleniyor.
Kaynak: iklimhaber.org