10 günde 100 binden fazla dilekçe İstanbul’daki Çevre ve Şehircilik il müdürlüğüne teslim edildi.
Projeye en başından beri karşı çıkan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu sunduğu itiraz dilekçesinde, “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve İstanbul’da ikamet eden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, İstanbul ili, Küçükçekmece Gölü–Sazlıdere Barajı–Terkos Gölü doğusunu takip eden güzergâhta yaklaşık 45 kilometre uzunlukta, 20.75 metre derinlikte ve 275 metre genişlikte bir kanal açılması için hazırlanan projeye ilişkin hazırlanan ÇED raporuna itiraz ediyorum” dedi.
Peki 10 gündür yapılan itirazların hukuki anlamda ve uygulamaya dönük nasıl bir etkisi olacak? Bu girişim, toplumsal bir duyarlılık göstergesi olmanın ötesine geçebilecek mi? Uzmanların genel değerlendirmesi şu şekilde oldu:
Proje hukuken yapılabilir İdare hukukçusu Gedik Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ural Aküzüm, son on yıl yaşanan gelişmelerle il ve ilçe belediyelerinin yetki alanının daraltıldığını, dolayısıyla belediye meclisinin alacağı herhangi bir karara rağmen projenin hukuken yapılabileceğini, zira Türkiye’de benzeri kararlarda adem-i merkeziyetçiliğin olmadığını kaydediyor.
Aküzüm, “Kanal İstanbul projesi tamamlandığında bölgenin jeolojik ve toprak yapısı değişeceğinden bölgede çok ciddi bir altyapı yatırımı yeniden yapılmak zorunda kalınacak. İBB’nin bütün birimleri ve iştirakleri, Kanal İstanbul güzergahındaki bölgede büyük bir altyapı yatırımı yapmak, doğal gaz hattı kesileceği için yeni bir düzen kurmak zorunda olacak ve belediye bütçesine yaklaşık 35 milyar TL’lik bir yük bineceği öngörülüyor” diyor.
Dolayısıyla, Aküzüm'e göre belediyenin "istişari paydaş" olmak dışında Kanal İstanbul’a dair bir yetkisi ve söz hakkı yok, ama İBB Başkanı İmamoğlu belediyenin fiziksel sınırları içindeki bir proje olduğu için görüş belirtiyor.
Aküzüm, “ÇED Yönetmeliği madde 14'e göre rapora ilişkin STK'lar, odalar be tün toplum kesimleri bireyler de dahil görüşlerini ve önerilerini sunabilirler. Bu görüş ve önerileri sunmak son karar alıcıya etki etmek anlamında bir tesir sağlayabilir ancak gene de kendi perspektifinden yetkisi olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı gibi kamu kuruluşları bu projenin yapılmasına karar verebilir" dedi.
Toplumsal duyarlılık açısından önemli Aküzüm ayrıca "ÇED raporuna yönelik itiraz amaçlı verilen yurttaş imzalarının projeyi hukuken durduramayacağını ancak toplumsal duyarlılığın artmasını sağlayacağını” belirtiyor ve ekliyor:
“Bu projenin kamu yararına aykırı olduğuna dair idari yargıda davalar açılabilir. Ancak Danıştay ve yüksek yargı yerleşik içtihatlarında son 20 yılda yaşanan kamu yararına ilişkin yeni yaklaşımla beraber yargı süreci sonunda bir değişiklik söz konusu olmayacaktır”
2014 yılında Resmi Gazete’de yayınlanmış olan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’ne göre, Kanal İstanbul benzeri mega projelerde ÇED raporu alınması zorunlu. Mevzuatta bu süreçte halkın katılımı önemsenirken ve hatta ilgili Yönetmelik’te halkın tanımı dahi yapılırken, ÇED raporunun mevzuat uyarınca halkın görüşüne sunulması gerekiyor ve Bakanlığın bu konuda herhangi bir takdir hakkı bulunmuyor.
İdare hukuku uzmanı Avukat Umur Yıldırım, Kanal İstanbul Projesi iki bakanlık ve İBB arasında imzalanan bir protokol olduğunu ve söz konusu protokol gibi imzalanması gereken protokoller için uygulanması gereken usul ve hukuki yöntemin, öncelikle belediye meclisinin belediye başkanına ilgili protokolü imzalama yetkisi vermesi ile mümkün olduğunu belirtiyor.
Yıldırım, “Söz konusu protokol 2018 senesinde imzalanırken dönemin belediye başkanının belediye meclis kararı olmadan protokolü imzaladığı ve sonrasında bir meclis kararı verildiği iddia ediliyor. Bu durumda olması gereken, kanuna ve usule aykırı bir durum olduğu, İBB ve İSKİ'ye ait taşınmazların Kanal Projesi için tahsis edilmesi, ancak bunların da Belediye Meclisinin kararı ile gerçekleştirilebilecek yükümlülükler olup, salt belediye başkanınca imza altına alınan protokol hükümleri ile bu tahsislerin gerçekleştirilmesinin hukuken mümkün olmadığıdır” diyor.
Yetki unsuru yönünden hukuka aykırılık Dolayısıyla, avukat Yıldırım’a göre, usulüne uygun bir şekilde verilmeyen yetkiye dayanılarak, yapılmış işlemler yetki unsuru bakımından hukuka aykırı olup, ortada zaten yetki unsuru yönünden hukuka aykırı bir işlem bulunuyor.
“İkinci bir ihtimal olarak ise, eğer mevcut işlemin varlığını kabul edip yetki şartı sonradan da olsa giderilmiştir der isek hukuksuz bir olaya karşı aynı davranışını ve tavrını sergilememek adına, çekilme kararı için Belediye Kanunu gereğince İBB başkanının öncelikle bir meclis kararı almış olması, sonrasında bu karara uygun bir şekilde hareket etmesi gerekmektedir. Meclisin aksi yönde bir karar alması durumunda, başkanın Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 14. Maddesi gereğince, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine idarî yargıya başvurma hakkı vardır,” diye ekliyor Yıldırım.
Yıldırım’a göre, İBB’nin protokolden çekilmesi, protokol kapsamındaki projeyi doğru, uygun ve yerinde görmediği anlamına geliyor ve protokolden çekilme, projenin yavaşlamasına sebep olsa da sonuçlandırılmasını tamamen engelleyemeyebilir.
“İBB, usulüne uygun bir şekilde, protokolden çekilebilir. Bir kamu tüzel kişisi olarak protokole ve bu kapsamdaki idari işlemlere karşı iptal davası açabilir ya da diğer hukuki yollara başvurabilir. Projenin, doğru ve uygun olmadığı kanaatinde ise, TMMOB’a (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) bağlı 9 meslek odasının açtığı iptal davasını kabul edebilir” diye belirtiyor Yıldırım.
Belediyeye çok fazla yükümlülük getiriliyor
Uzmanlar, İBB’ye Kanal İstanbul projesi çerçevesinde oldukça fazla yükümlülük ve görev yüklendiğini de özellikle belirtiyorlar. Bu yükümlülükler arasında, proje alanındaki altyapı ve ulaşım sistemlerinin yapımın ve bu sistemlerin yerlerinin değiştirilmesi, proje alanındaki plan ve imar planlarının 18 ay içerisinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı onayına sunulması, proje alanında İBB ve İSKİ’ye ait taşınmazların tahsis edilmesi de yer alıyor.
Bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceği ise, yine ilgili Yönetmelik’in 14. maddesinde öngörülüyor:
On takvim günü boyunca halkın görüş ve önerileri alınmasının ardından, yasal zorunluluk gereği, söz konusu görüşler Bakanlık tarafından proje ile ilgili karar alma sürecinde değerlendirilmek zorundadır. Buna göre, söz konusu değerlendirmenin ardından Bakanlık, gelen görüşler ışığında ÇED raporundaki eksiklerin tamamlanması, ek çalışmalar yapılması veya ilgili Komisyon’un yeniden toplanması talebinde bulunabilir.
Ancak tüm bunları talep ederken Bakanlığın takdir yetkisi söz konusu. Bir diğer deyişle, Bakanlık mevcut ÇED raporunun mükemmel olduğunu, ilave bir araştırmaya gerek bulunmadığını ileri sürerek, “ÇED olumlu kararı” da verebiliyor.